GOTİK SANAT
"Gotik" sözcüğü ilk kez, Rönesans dönemi İtalyan eleştirmenlerince, Roma İmparatorluğunu yıkıp, kentleri yağmalayan Godlar tarafından İtalya'ya sokulduğuna inanılan ve barbar sayılan bir üslubu nitelemek için kullanılmıştır.
12. yüzyılın ortalarından itibaren Fransa'da doğan
Gotik Sanat, Romanesk sanatın değişimiyle başlamış ve
Rönesans'a dek tüm Avrupa'da varlığını sürdürmüştür. Gotik sanatın başlıca
eseri katedraller olmuştur.
Orta Çağ boyunca Kilise sanatın
etkileyici gücünden yararlanmış; Gotik tarzla, inanan insanların pişmanlık
içinde aşağılık duygusu duymalarını, her türlü bireycilikten vazgeçmelerini ve
boyun eğen bir topluluğa dönüşmelerini sağlamak istemiştir.
Ortaçağ sanatının temelleri olan simetri
ilkesi, oran estetiği, renk ve ışık beğenisi, güzelliğin öz nitelikleridir.
Gotik
mimarlıkta kullanılan ve biçemin özelliklerini belirleyen tek tek elemanların
hiçbirisi, gerçekte yeni bir buluş değildir. Sivri kemer, Kaburgalı
çapraz tonoz, Payanda, Uçan payandalar, Portal düzenlemesi nef duvarlarının düzenlenişi, Gül pencere gibi Gotik mimarinin
karakteristik özellikleri olarak tanımlayabileceğimiz mimarı elemanlar ve
öğeler daha öncesinde Romanesk mimarlıkta dağınık olarak kullanılmıştır.
Kuşkusuz ki Pevsner'in dediği gibi "bir biçem, elemanların yığışması değil 'sonucun bütünlüğüdür".
Gotik biçimden söz edilince,
genellikle ilk akla gelen sanat dalı mimarlık olmaktadır. Diğer
sanat dalları, mimari ile kıyaslandığında ikincil bir öneme sahiptir.
Gotik heykel neredeyse tamamen mimariye bağlı bir biçimde, onun bir parçası
olarak gelişmiştir.
Mimari plastik anlayış yer çekimine ve
taşın ağırlığına karşı koyarak gökyüzüne doğru yükselen gotik katedrallerde
ince bir oymacılık sanatına dönüşür maddeden sıyrılarak tanrıya yönelme Gotik
sanatın ana ilkelerindendir.
Resim ise varlığını genel olarak el yazması
kitapların süslemelerinde sürdürmekle beraber, yeni mimarlık
anlayışının bir sonucu olarak dini yapıların içerisinde İncil’de geçen
hikâyelerin tasviri şeklinde ve şatoların odalarında, orta sınıfın evlerinde karşımıza
çıkmaktadır.
Orta çağ resim sanatında perspektif ve mekânsal
kaygı yoktur. Bu döneme biçimsel açıdan yapılan en büyük eleştiride
budur. Resim sanatında perspektifin
kullanılmaması ve mekân kaygısının olmaması bu tarihsel dönemde sanat
üreticilerinin teknik yetersizliklerinden değil, aksine bunları kullanmak istememelerinden kaynaklanmaktadır. Resim yapmanın temel amacı ruhani
tasvirlerin, geniş kitlelerin ruhuna Hıristiyan Doktrini'nin mistisizminin
nüfuz etmesini sağlamak olması anlatım şeklinin, konunun açık ve yalın bir
kompozisyon anlayışıyla ele alınmasının önem kazanmasına neden olmuştur.
Avrupa Resmi'nde ustalar,
sanatçılar ve bireysel sanat eserleri, birbirlerinin içinden doğan, ya da
birbirlerini takip eden akımların parçaları gibidirler. Bunun en büyük nedeni de uzun bir süre işlenen konuların İncil’den
alınan hikâyeler olmasıdır. Bu hikayelerin kalıplaşmış öğeleri ve tasvir
şekilleri uzun yüzyıllar sanatçılara özgünlük şansı tanımamıştır.
Orta çağ resminin beslendiği
birbirinin zıttı olan üç kaynaktan bahsedilmemesi mümkündür: Eski sanat
anlayışının hala gündemde oluşu; öbür dünya inanışı ye Hıristiyanlık fikrinin
yoğun sembolizmi.
Orta çağ resmi, günümüz sanat algısı
ile değerlendirmeye kalkarsak göze gayet garip gelen bir görüntü sunmaktadır. İki
boyutlu görünüm, derinliğin göz ardı edilmesi, nesnelerin üstündeki sembolik
ayrıntılar ve kabile geleneğinden devralınan süsleme eğilimleri her görsel
sanat ürününde, etkisini gösteren, 'Tanrının
şanını yükseltme eğilimi', resimlerde de belirgindir.
Gotik resim ayrıntıya önem vermiş,
perspektifi ise ihmal etmiştir. Çoğu kez öndeki figürler altın bir fonla
kuşatarak resme bu dünyaya ait değilmiş gibi bir hava verilir. Resimlerde
hiyerarşik düzen vardır.
Katedrallerin duvarlarında genellikle resim
kullanılmamıştır. Gotik üslubu küçümseyerek ona direnen İtalya
bunun istisnası olmuştur. Dini olmayan resimler geniş olarak şatoların
odalarında, orta sınıfın evlerinde ve resmi yapılarda kullanılmıştır. Bunun bir
nedeni ekonomiktir çünkü duvarları fresko ile kaplamak, halı ile kaplamaktan
oldukça ucuzdur. Duvar resimlerinde, aşk hikâyeleri, saray yaşantısı, din dışı
efsaneler ve şövalye karşılaşmaları anlatılır; geri planda gerçekçi bir manzara
ya da çalışan köylüler çizilir.
Katedrallerin portalleri ve pencere vitrayları,
genellikle Hıristiyanlık tarihini anlatan öykülerle bezenir. Arada din dışı
günlük konular da vardır. Katedrale giren kişi tarihi izleyerek ahite ulaşır,
iç mekâna girer ve böylece dini bir eğitimden geçer. Halkın okuma-yazma
bilmediği ve hiçbir kitle iletişim aracının olmadığı bir çağda, bu görsel
iletişim, Hıristiyan doğmasını halka anlatmanın en etkili ve basit yoludur.
Ortaçağ insanı, buralarda, inanmak ve bilmek istediği her şeyi bulur. Aşağılarda
olanlar, yüksek ve yüce olanlara ulaşmışlardır. Bir katedral, her şeyiyle bir
bütünlüktür. Tarihi anlatır, estetiği yakalar, iman sağlar, psikolojik olarak
bağlanmayı ve karşı konulmazlığı temin eder. Gotik mimarlıkta doğayı
anımsatacak organik hiçbir şey yoktur. Her şey 'aklın yarattığı soyut bir
sistemin' hizmetindedir.
0 yorum:
Yorum Gönder