ARiSTOTELES - Poetika
ARiSTOTELES - Poetika
Katharsis
Aristoteles’in
Poetika’sının ana kavramlarından biri olan katharsis,
trajik şiirin tragedya’nın amacı diye sunulur: “Tragedyanın ödevi, acıma ve
korku duyguları uyandırıp ruhu tutkulardan temizlemektir.”(Poetika, 6.Bölüm, l449b- 1450a).
Sanatın
görevinin yalnızca estetik bir haz üretmek değil, daha çok ahlaki bir duruluk
yaratmak olduğunu savunan Aristoteles’e göre, sanatın değeri seyirden
kaynaklanan estetik bir hoşnutluktan çok, ahlaki açıdan arınmada kendini açığa
vurur.
Mimesis
Mimesis,
Yunanca taklit
anlamına gelir. Doğa
ve insan davranışının sanatta ve edebiyatta taklide dayanan temsilidir.
Aristoteles tarafından sanatın
rolünün “doğanın taklidi” olduğunu ileri sürerken kullanılmıştır. Aristoteles sanatçının olayların ve
varlıkların özündeki ideali, fikri taklit ettiğini söyler.
Sanatın ne olduğu sorusunu ortaya atan ve bu soruya
ilk cevap arayan düşünür Aristoteles’tir. Güzellik metafiziğinin kurucusu ise
Platon'dur.
Fakat Platon sanatı sanat
olarak ele almaktan çok onun sosyal ve politik yeri ve görevi üzerine
düşünmüştür. Bu nedenle sanat felsefesinin kurucusu sanatı kendi
başına bir problem olarak ele alan Aritoteles'tir diyebiliriz.
Poetika’nın,
Platon’un Devlet’inde savunduğu sanat bakış açısına bir cevap olarak yazıldığı ve Aristoteles’in birçok yerde Platon’a
referans yaptığı düşünüldüğünde, Devlet’in 10. kitabının argümanlarını özetlemek yararlı olacaktır:
Platon,
bütün taklit sanatlarının devletten atılması gerektiğini savunur.
İyi
taklit, Platon’a göre, erdemleri taklit etmektir ve kötü taklide, yani
kötülükleri taklit etmeye, hiç gerek yoktur, bu zararlıdır.
Platon,
komedi izlerken gülen seyirciyi soytarıyla aynı seviyeye düşmekle, tragedya
izlerken ağlayan izleyiciyi ise utanmadan gözyaşı dökmekle itham eder.
Gösteri
sırasında verilen tepkilerin hayatın içindeyken verilmediğini, dolayısıyla
gösterilerin gereksiz ve zararlı olduğunu söyler.
Son
olarak Platon şunu da ekler: “Benzetmeci şiir tutar da bize düzenli bir devlet içinde
yeri olduğunu ispat ederse, kapılarımızı seve seve açarız ona.”
Aristoteles
Poetika’yı bu amaçla (benzetmeci şiirin devletin içinde yeri olduğunu ispat
etme amacıyla) kaleme alınmıştır.
Aristoteles
Poetika’da şiir sanatını 3’e ayırır; bu ayrımın ana hatlarıyla hala geçerli
olduğu görülebilir.
l Dithyrambos
l Tragedya ve Komedya
l Destan (Epik)
l Dithyrambos
l Tragedya ve Komedya
l Destan (Epik)
Aristoteles güzeli matematik olarak belirlemeye
çalışır.
Güzelliğin temel formları Aritoteşes’e
gore düzendir, sınırlılıktır; yani çoğu matematiksel olarak kanıtlanan şeylerdir. Aristoteles'in ortaya koyduğu güzel tanımları
içerisinde ilgi çekici bir başka nokta da güzeli belli bir büyüklük ile ilgi
içerisinde ele almasıdır.
"...güzel düzene ve
büyüklüğe dayanır. Bundan ötürü ne çok küçük bir şey güzel olabilir zira
kavrayışımız algılanamayacak kadar küçük olanın sınırlarında dağılır; ne de çok
büyük bir şey güzel olabilir çünkü o bir defada kavranamaz ve bakanda birliği
ve büyüklüğü yiter."
Poetika - Taklit
Öncelikle
şiir de tüm sanatlar gibi bir taklittir. Destan, tragedya, komedya,
dithyrambos, flüt ve kithara temelde taklittir ve
birbirlerinden üç şekilde ayrılırlar:
1 - Neyle taklit
ettikleri (hangi araçlarla)
2 - Nasıl taklit
ettikleri (hangi tarzda)
3 - Neyi taklit
ettikleri
Neyle
taklit ettikleri (hangi araçlarla): Poetika’da adı geçen
sanatlar, taklidi ritim, söz ya da harmoni aracılığıyla (resimde renk ve biçim;
müzikte ses aracılığıyla olduğu gibi) yaparlar. Neyle taklit ettikleri
noktasında ise ritim, ses ve harmoniden hangisi veya hangilerini
kullandıklarına göre ayrılırlar (Örneğin: Flüt, kithara veya kaval ritim
ve harmoniyi kullanırken, dans sadece ritmi kullanır).
Nasıl
taklit ettikleri (hangi tarzda): Sadece sözü kullanan
sanat (nazım ya da nezir) o güne kadar incelenmemiştir. Aristoteles bu yönde
bir inceleme yapmaya çalışmıştır. Sadece sözü kullanan sanatların icracısı olan
ozanlar, o güne kadar, hangi tarzı (trimetre, elegeia) veya hangi
anlatım biçimini (anlatı veya betimleme) kullandıklarına göre Poetika’da
sınıflandırılmıştır.
Neyi
taklit ettikleri: Aristoteles sanatları birbirinden
ayırırken (örneğin; ozan veya doğa-bilimci tanımlarını netleştirmek adına),
neyle veya nasıl taklit edildiğinden çok, neyin taklit edildiğine vurgu
yapıyor. Taklidi ön plana çıkarıyor. İnsan eylemlerini taklit eden söz
taklitlerini şiir diye nitelendirirken, doğa-bilim yazıları gibi insan
eylemleri ile ilgili olmayanları ise şiir olarak kabul etmez.
Şiir
sanatını ortaya çıkaran iki doğal neden vardır: Taklit etme ve taklitten
hoşlanma insanın doğasında vardır. Bunun nedeni insanın öğrenmeden aldığı
hazdır. İnsan taklit edilen nesnenin bilgisini öğrenme isteği ya da taklit
edenin yeteneğini kavrama arzusu nedeniyle taklitten haz alır.
Harmoni
ve ritim içgüdüsü de insanın var oluşsal bir özelliğidir. Yaşamın her bölümünde
var olan harmoni ve ritim insanın yaratılarında ve dolayısıyla anlatılarında da
kendine yer bulur.
Şiir
sanatının (hatta genel olarak sanatın) nasıl ortaya çıktığına dair, Douglas
Russell: “İnsan öncelikle ihtiyaçları
gereği taklit etmeye başlamış ve ilk taklitler bu amaçla yapılmıştır. Mesela
gerçekçi çizilen mağara resimlerinde amaç çizilen nesnenin tanınmasını
sağlamaktır. Ancak insan doğa üzerinde hâkimiyet kurmaya başladıkça duvarlara
çizilen resimler sembolikleşmeye başlamış ve taklit edilen nesne hayvan değil,
insanların onları avlama hikâyesi olmuş. Yaşamsal bir ihtiyaçtan ziyade insanın
doğa üzerindeki hâkimiyetinin verdiği haz, taklidi ortaya çıkarıyor” [1]
der.
Aristoteles
de şiir sanatının ortaya çıkış öyküsünü benzer bir şekilde açıklar: Önce doğal
olarak ortaya çıkan taklitler ve daha sonra bunların doğaçlama yoluyla (içsel
yetenekler sayesinde) gelişmesi. Şiir sanatı geliştikçe de, ozanlar neyi, nasıl
taklit ettiklerine göre ayrılmışlardır: Yergi veya övgü veya ilahi… Aristoteles
komedya ile tragedyayı bu nokta üzerinden birbirinden ayırır; Homeros’u ise
(bir destan ve iambos ozanı olarak) bu tarzların en nitelikli örneklerini veren
ve şiirin tragedya veya komedyaya dönüşmesini sağlayan mihenk taşı olarak kabul
eder.
Tragedyanın
ortaya çıkışı ile ilgili birçok farklı tez var. En çok kabul gören tez
Aristoteles’in de bahsettiği gibi tragedyanın dithyrambos oyunlarından doğmuş
olduğudur. Öyle ya da böyle (Aiskhylos’un, Sophokles’in oyuncu sayısını
arttırması, Sophokles’in sahne tasarımını geliştirmesi, öykülerin uzaması,
gülünç dilin ağırbaşlılık kazanması, ölçülerde konuşma diline yakınlaşılması
vs.) tragedya zaman içinde kendi özgül formuna ulaşmıştır.
Komedyanın
kökeni ile ilgili olarak tragedyaya dair olandan da az bir bilgi vardır, hatta
neredeyse hiç yoktur. Komedyanın temel özelliği, daha “kötü” olanların taklidi
olmasıdır. Ancak komedya, gülünç olan kötülükle ilgilenir.
Tragedya:
Soylu tamamlanmış ve belirli bir uzunluğu olan bir eylemin taklididir. Bu
taklidi yaparken bölümlere göre her biri farklı araçlarla çeşitlendirilmiş bir
dil (ritim, harmoni ve sözün farklı çeşitlemelerle kullanılması) kullanır. Bu
anlatı ile değil eylemle gerçekleşir. Tüm bunları yaparken acı ve korku
aracılığıyla duyguları etkiler ve duygularda arınma ve düzeltme sağlar.
Tragedya, tikel duygusal amaçlarını bizim algılayışımızı etkileyerek elde
ederken, duygularımızı etkileyerek de algılarımızı belirler.
Taklidi,
eyleyenler gerçekleştirdiği için sahne düzeni gereklidir. Aynı nedenle ezgi
düzme ve sözel ifade de gerekir. Taklidi eyleyecek olan ise oyunculardır.
Oyuncuları harekete geçirecek olan da düşünce ve karakterdir. Düşünce ve
karakter eylemi oluşturur. Ancak temel olan taklit edilecek olandır: Taklit
edilecek olan, eylemdir. Eylemin taklidi ise, öyküdür.
Tragedya 6 öğesi
Aristoteles,
tragedyanın 6 temel öğesi olduğunu söyler. Bu altı temel öğe, tragedya için
olmazsa olmazlardır. Bu öğelerden
üçü taklit edilen nesne, ikisi taklit etme aracı, biri de taklit etme tarzıdır.
1.
Öykü/Olay Örgüsü (“Plot”):
(Taklit edilen nesne) Aristoteles, öyküyü olayların bir araya
getirilmesi olarak tanımlar. Tragedyada öykü en önemli unsurdur; çünkü tragedya
insanların değil eylemlerin, hayatın, mutluluğun, mutsuzluğun taklididir. Tüm
duygulanımlar, sonuçlar bir eyleme bağlıdır. İnsanlar ancak eylemleri sonucu
bir duygulanıma (mutluluk, üzüntü, acı vs.) sahip olurlar. İnsanların kişisel
özellikleri sadece niteliklerini (iyi, kötü, tembel, soylu, ukala vs…)
belirler. Dolayısıyla taklit edenler karakterleri taklit etmek için eylemez,
eyleyerek karakter olurlar. Sonuç olarak olay örgüsü/öykü tragedyanın varoluş
amacıdır. Öyleyse karaktersiz tragedya var olabilir, ama eylemler olmadan
tragedya olamaz.
Tragedya
bütün ve tamamlanmış bir eylemin taklididir. Belirli bir uzunluğu olmalıdır.
Öyleyse olay örgüsü de bütün, tamamlanmış ve belirli bir uzunluğa sahip
olmalıdır.
Bütün
ve tamamlanmış: Başlangıcı, ortası ve sonu olan şeydir.
Başlangıç:
Başka
bir şeyin ardından gelmesi zorunlu olmayan şeydir. Ancak, onun ardından başka
bir şeyin meydana gelmesi doğaldır.
Orta:
Hem bir şeyin ardından gelmesi gereken, hem de başka bir şey tarafından
izlenmesi gereken şeydir.
Aristoteles,
öncelikle öykünün ana hatlarının genel olarak anlatılması gerektiğini söyler.
Adlar ve yan öyküler ise daha sonra eklenmelidir.
Her
tragedyada bir düğüm, bir de çözüm bulunur. Bu iki bölümü oluşturan olayların
hepsi öykünün sınırları içinde yer almayabilir.
Düğüm:
Başlangıçtan mutluluk ya da mutsuzluğa doğru değişikliğin gerçekleştiği sınıra
kadar olan bölümdür.
Çözüm:
Değişikliğin gerçekleştiği yerin başından sona kadar olan bölümdür.
2.
Karakterler (“Manner”): (Taklit edilen nesne) Aristoteles
karakteri, eylemde bulunanların kişisel özellikleri olarak tanımlar. Akıl
yürütme ile açıklanamayan tercihlerin sebebidir karakter. Öyküden sonra gelen
en önemli unsurdur. Düşünce ve akıl yürütmeyle açıklanamayan eylemlerin icra
edilmesindeki etken, olaylar karşısında geliştirilen tavırlardır.
Karakterlerin
dört temel özelliği vardır:
-
İyilik: Karakter; sözler veya eylemlerin gerektirdiği
tercihi belirleyen unsurdur ve bu tercih iyi ise iyi, kötü ise kötüdür.
-
Uygunluk: Karakter özellikleri ile belirli grupların
toplumsal statülerinin uyuşması gerekir. (Bankerler bonkör olmaz vs.)
-
Benzerlik: Karakter, bilinen bir kişilikse ona benzer bir
şekilde çizilmelidir. (Şarlo, Şaban vb., veya tanınmış isimlerin oyunlarda konu
alınması örneklerinde olduğu gibi)
-
Tutarlılık: Eğer taklit edilen kişi tutarsızsa bile
bu tutarlı bir şekilde işlenmelidir (“Delidir ne yapsa yeridir” bakışıyla
doğaçlanacak delilik üzerine bir sahnenin tutarsız olacağı açıktır).
3.
Düşünce (“Sentiment”): (Taklit edilen nesne) Eyleyenlerin
konuşmalarında açığa vurduğu akıl yürütmeyle kanıtlanan ya da dile getirilen
şeylerdir. Konuya ait olanları ve konuyla uyum içinde bulunanları
söyleyebilmektir (politika ve retorik). Bir şeyin var olup olmadığını
kanıtlayan ya da genel bir yargıyı ortaya koyan sözlerdir.
Söz
aracılığıyla ortaya konulması gereken her şey düşüncenin alnına girer.
Kanıtlama, çürütme, duygu uyandırma, yüceltme veya küçültme gibi çeşitleri
vardır. Aristoteles bu tartışmayı Retorik kitabına bırakıyor.
Olayları
eylemler aracılığıyla anlatmak istediğimizde sözler gereksiz gibi gözükebilir.
Ortaya çıkarılmak istenen etkiyi açıklamaya başvurmadan eylemler aracılığıyla
yaratmak mümkün olsaydı bu doğru olurdu. Ancak bu mümkün olmadığı için tragedya
da düşünceleri yansıtan sözel ifadelere ihtiyaç duyar.
4.
Sözel İfade: (Taklit etme aracı) Ölçülerin bir araya
getirilmesidir. Sözcükler aracılığıyla yapılan yorumdur, düşüncenin dile
getirilmesidir. Sözel ifadenin parçaları: Harf, hece, bağlantı sözcüğü, ad,
eylem, tanımlık, bükün, önerme.
Harf:
Bileşik
sesleri meydana getiren bölünmez sesler. Sesli, sessiz ve yarı sesli gibi
çeşitleri vardır ve ölçü bilimin inceleme alanına girer.
Hece:
Anlamsız, sesli ve sessiz harfin birleşmesinden oluşan seslerdir.
Bağlantı
sözcüğü (bağlaçlar): Tek başına bir anlam ifade etmeyen,
önermelerin bağlantısını sağlayan seslerdir.
Tanımlık
(öntakılar): Önermelerin başı veya sonunu belirleyen,
tek başına anlamı olmayan seslerdir.
Ad:
Bileşik, anlamlı, zaman belirtmeyen seslerdir.
Eylem:
Bileşik,
anlamlı ve zaman belirten seslerdir.
Bükün
(hal ekleri): Ad veya eylemin durumlarıdırlar.
Önerme:
Bileşik, anlamlı, bir birlik oluşturan sesler. Önermeyi oluşturan bileşik
sesler ayrı ayrı birer anlam içermelidir.
5.
Sahne Düzeni: (Taklit etme aracı) Şiir sanatını en az
ilgilendiren öğe olduğu için Aristoteles bu öğeye çok fazla değinmiyor. Hatta
sahnelenmeden de tragedyanın büyük bir etki gücü olduğunu iddia ediyor.
6.
Ezgi Düzme (Melopeia): (Taklit edilme tarzı)
Müzik yapımı, beste ve oluşturulan genel etki. Oyun yazımında kullanılan üslup,
tarz, biçem.
Destan-Tragedya İlişkisi:
Destan
ve tragedya ölçülü sözlerle soylu kişileri taklit etmeleri nedeniyle birbirlerine
benzerler. Birbirlerinden farklıdırlar; çünkü destan yalın ölçü taşıyan uzun
bir anlatı iken tragedya daha çok süslemeye yer veren kısa bir olaydan oluşur.
Yani eylemler anlatılmaz, gösterilir. En önemli fark sadece sözlü anlatı
olmaması, aynı zamanda sergilenmesi ve uzunluğudur.
Aristoteles
tragedyayı destanlardan üstün görür. Çünkü destanlar sahne üzerinde
gösterildiğinde akıl dışı olarak yorumlanabilecek olasılıkları da konu ederler.
Şaşırtıcı etkiyi bu şekilde abartı ile yaratma şansları da vardır. Çünkü söz
konusu kişiler göz önünde değildir. Anlatılırlar ve abartılı anlatım etkiyi
güçlendirir. Bu durum, olası olan olanaksız şeylerini inandırıcı olmayan
olanaklı şeylere tercih edilmesi gerektiği sonucunu doğurur. Çünkü olası olan
abartılı ve olanaksız durumlar, farklı etkenlerle haklılaştırılabilir.
Ozan,
nesneleri üç durumdan birini gözeterek taklit etmek zorundadır:
l Nesneleri
ya olmuş oldukları veya şimdi oldukları gibi
l Ya
söylendikleri ve sanıldıkları gibi
l Ya
da olmaları gerektiği gibi
taklit etmelidir. Bu
taklidi yaparken de ozan dili ve dilin
süsleme olanaklarını kullanır.
Sorun
1:
Olanaksız olan şeyin betimlenmesi ile ilgili iki çeşit sorun vardır.
1-
Şiir sanatının özü ile ilgili olan sorunlar (taklit edilecek olan nesneye
ilişkin doğru olanın kavranmasına rağmen yeteneksizlikten veya başka bir
sebeple yanlış betimleme). Bu tür yanlışlar, ozanın yaratmak istediği etkiyi
ortaya çıkarmanın en iyi yolu olduğu takdirde mazur görülebilir. Ancak aynı
derecede etkiyi yanlış yapmadan yaratmak mümkünse hiç yanlış yapılmamalıdır.
2-Başka
sanatlarla ilgili olan sorunlar (taklit edilen nesnenin doğal özelliği
kavranamadığı için doğru yapılan ama özünde yanlış olan betimleme). Eğer
gerekmiyorsa şiir sanatı içinde yapılan yanlışlardan daha basit bir yanlıştır.
Çünkü taklit edilen nesnenin özüne ilişkin bir bilgisizlikten kaynaklanır.
Sorun
2: Betimlemenin gerçeğe uygun olup olmaması.
Eğer betimlemeyi yapan, olması gerekenin
betimlendiğini iddia ediyorsa, bu bilinçli bir tercihtir ve eleştirilemez.
Ancak yanlış gözlem sonucu bu durum ortaya çıkmışsa bu bir hatadır ve yapılan
eleştiri dikkate alınmalıdır.
Sorun
3:
Söylenen ya da yapılan bir şeyin iyi olup olmadığı
Burada
sadece sözün ya da eylemin kendisine bakmak yeterli olmamalıdır. Çünkü farklı
durumlarda, aynı söz uygun olabilir ya da olmayabilir. Eylemin veya sözün,
kimin tarafından, kime karşı, ne amaçla gerçekleştirildiği ve benzeri koşullar
önemlidir. Bir söz ya da eylem değerlendirilirken koşullar da göz önüne
alınmalıdır.
Sorun
4:
İfadelerin uygunluğu
Bir
ifadenin uygunluğu kullanılan kelimenin, yazarın kullandığı anlamı göz önüne
alınarak değerlendirmelidir. Bir lehçede farklı anlama gelen ve ifadeyi
uygunsuz algılamamıza neden olan kelime, belki de farklı bir lehçede farklı bir
anlama gelmekte ve aslında uygun bir ifade oluşturmaktadır. Ayrıca bazı
ifadeler ise eğretileme olarak da kullanılmış olabilir.
Sorun
5:
Anlam karışıklıkları
Ozanın
sözel veya yazınsal dil oyunlarını (eğer varsa) gözden kaçırmamak gerekir. Bunun
için de dönem ve arka plan araştırması önemli bir yerde durmaktadır.
[1] Theatrical Style, A Visual Approach to the Theatre,
Douglas A. Russell, Mayfield Publishing Company, 1976, s.:18-19
0 yorum:
Yorum Gönder